Ne mi Oluyor?
Ne mi Oluyor?
Beyefendi buyurmaz mısınız,uzundur halleşmiyoruz.
-Tabii ki Cevdet Bey!...
Ne zaman ki birbirinize bakışınızın uzun sürdüğünü fark etsem o gün hiç konuşmuyorsunuz,olsun bugün de,ben konuşayım...
...
Uzunca süredir kendimize yer bulamadığımız kalabalıklar içinde hissettiğimiz yalıtılmışlık,bizleri hem kendimizden hem de siz komşularımızdan uzaklaştırdı.Nasıl anlatsam bilemiyorum ki...Yığın yığın sayfalar arasında gezinip duran belleğimin direnmez vargılarımı sizinle paylaşmak istedim.Düşünmenin insanı tabii kılacağı iradesiyle yaratılmış olan bizlerin,insan mı demeliyim,zihin atlası hikaye hikaye yoğrulup boş bir kaba konulup istemediğimiz şekillere sokuldu.Kalıpları kendimizin seçme hakkı da yoktu be dostlar!Hep bize denk geldi döküm kalıplar, bize de silikon kalıp verselerdi ya.Biliyorum silikon kalıplarda da pek genişleme ve farklılaşma seçeneğimiz yoktu;ancak kabın eğilip bükülebildiğini görmek az da olsa değişebilmenin ümidini veriyordu be dostlar!Azıcık,şuncacık ümit çok değildi.Kaba yapabileceğim mukavemet beni iyi hissettirecekti.Karşı koyamadığım direnç kendi hikayemi yazmama dahi fırsat vermeyerek kimi an aldanık sevinç çığlıklarıyla kimi an da elem balyaları arasında yalnızca yakınan zayıf bir hikayeye dönüştü.
…
24 kareye sığdırılmaya çalışılan işlenmemiş anılar yığını,uzaktan sesler belgeseli biçimli yansımaların çığırkan yumağıydı.Belli belirsiz bir dizide uzanmış yığıntıya dönüşen bu kareler bana mı aitti,pek sanmıyorum.Sizlerin de bu ve buna benzer yığıntıları vardır elbet.Hep mi ben konuşuyorum ne?Arada siz de bir şey söyleseniz...
…
Bir şey söylemeyecek misin?Mademki susacaksın bugün,öyleyse epey geriye gidelim.
Kedim Cımbız’la nefes aldı çocukluğum.Alaca duman rengindeki kedi ne çok yer kapladı mutluluklarımda.Parçalanmış oyuncaklarımın arasında kaybettiğim çocukluğum,Cımbız’la yeniden rüyalar görür oldu.Kayıp,yoksul,bitkin benliğim;paylaşmak tezli doktorasını henüz tamamlamış kedinin bakışlarında adeta can bulmuştu.Kendimce şefkati sahiplendirdiğim bakışlarda hayata sevinç üflemiştim.Elimin yüzümün yalanmasına müsaade eder hiç de yalancı diyemeyeceğim sırnaşmalardaki tatlı mırıltılarla çocukça teselliler yaratırdım.Neşesinde kaybolduğum heyacanın etkisiyle yaratmak isterdim dünyayı yeniden ve yeniden…
O günlerde sizleri tanıyabilmeyi ne çok isterdim bir bilseniz,inanın bu kadar karamsar değildim.Geçen gün kötümser olduğumu ima edercesine yüzünü ekşitip geri atman beni pek üzdü.Ancak çok takılmadım,ne de olsa komşuyuz be dostlar!
...
Sonrasında çoğuna göre büyümüştüm ki önüme koca koca vazifeler yığarak çocuk olmanın da bir sorumluluk olduğunu öğrettiler.Bilmediler mi diyemiyorum.Salt bir et yığını olmadığımı elbette biliyorlardı.Her şeyin kalıbı,kuralı vardı,resim yapmanın bile.Göğün mavi, ağacın yeşil,güneşin illa ki tepede olması gerektiği resim derslerinde yapılan sakil manzara resimlerinde dikte ettiriliyordu.Ağaçlar hep mi yerde olmalı,bu güneşin başka rengi yok muydu,evler hep çatılı ve bacalı mıydı, dağlar hep mi kahverengi olup içinden bir nehir akmalıydı?Bunların aksini düşünmek kalıbın dışına çıkmak sayıldığından her daim o dağların kahverengiye boyanması o ağaçların da yerde yapılması büyük marifet ve uygunluk sayıldı.O güneşi evin penceresinde konuğunu beklerken yapamaz mıyım veya ağaçları suyun içinde kulaç atıp yüzerken çizemez miydim?Veyahut o ağaçlar gökyüzünde o dağlar da sarı,mavi,pembe pekala olabilirdi ancak olmadı,olamadı,olmamalıydı...
Resimlerdeki o manzarada dahi çocukluğa izin yoktu;yanımda istediğim çocukluğum öylece uzaklaşır oldu dünyamdan.Ses vermeksizin uzaklaşan bu anılar yığını beni bitmez mesafelerle uzak kıldı kendime.Baktım ki gerçeklik olarak dayatılan bu yanılsama beni bana hapsediyor ben de belleğimin en bulanık sularında yanılgılarıma son vermek için “olmak” olgusunun yaratıcılığına sığındım.Bu yanılsama sağanağından kaçmam gerekiyordu.Zaman zaman sizi de kaçarken görüyorum.Hı hı hı!Ne oldu,gücendirdim mi sizleri?Şakaydı be dostlar!
…
Zihnimdeki göletler sığ olmasına rağmen yine de yüzeye çıkmakta zorlanıyor,gün gün çıkmazına girdiğim anı yığıntılarının arasında boğuluyordum.Yaşamım sandığım harap olmuş belleğimden bir çıkış olmalıydı diye düşünürken beni yaratmak-Asla,ne haddime!- fikri yakaladı.Kimseye yetmeyişim bir kenara belli ki kendi kendime de yetmeyecektim,bu yüzden belleğimden vücuduma sızarak beni benden daha iyi tanıyıp bana iyi gelecek yeni insanlar yarattım.Her biri belleğimden sızıp uzuvlarıma evrilerek oralarda yeniden dirilip fikrimi,yaşayışımı yeniden somutlaştıracaktı.Nihayete varış diyebileceğim bellek atlası,silik birer hatıraya dönüşüp zihnimi öğün öğün yemeye girişmeden “olmak olgusu”nun filizlenmesine fırsat verip yeni yaratılara dönüştüm.
Yaratmak gerekiyordu her şeyi yeniden,olmadı yeniden,yeniden...Sizce de öyle değil mi?
Ellerimle dokunabilecek kadar somut ve gerçek olan sevgiyi,neşeyi,hissedebilmeyi zihnimde dahi tasavvur edemez hale getirildim.Bu sebepten olsa gerek bir dünya yaratmak gerekiyordu,içinde insanı her yönüyle kucaklayan,yormayan,zorlamayan kımıl kımıl bir dünya,ben de öyle yaptım.Yarattığım insanları da orada konuk ettim.Pek sonra bu dünyanın gerçeğin aldanısı bir düş olduğu yakınlarımca vurgulansa da yine de o dünyada kalmaya devam ettim.Herkese yer vardı,burada.Bükmeye,bükülmeye gerek yoktu;ötelenmemiş biçimde sana ait dünya hali.Sorgulamaların,soyutlamaların,yalıtılmışlığın son bulduğu “olmak” halinin tezahürü bir mekan...
...
Ne mi yapıyorum,size de yer açıyorum.Gülmeyi bırakır mısın?Çok mu tuhafım sizce?Gülmeyi bırakıp bir şeyler söyler misin,lütfen!Neden bir şey söylemiyorsunuz?Her şeyi bildiğiniz halde neden susuyorsunuz?Susarak her şeyi hallettiniz bugüne değin...
Konuşmalarımızın elimizden alındığı ellerimize yalnızca suskunluğun bırakıldığı bu hal-i dünyaya bir sözünüz yok mu ki susuyorsunuz.Zihninizi rahat bırakmayan çığlıklara bir cevap veremeyecek kadar tutsak mısınız,anlamıyorum.
....
Susunuz,hep birlikte susunuz!...
Alt metinde saklı kalmış fikirler,heyacanlar ve fiiller gibi suskunluğun dehlizinde bizler de yitip gideceğiz.Karanlık kokulu esaretimiz budaklanıp her yanımızı sardı.Devasa çığlıklarına bir el bulur sandığım çocukluğum Pandora'nın sırrına eren dervişlerin dergah muhabbetlerinde hasretli serzenişlere dönüp yitik bir an’a dönüştü.
…
Biliniz ki evrilmeye ihtiyacı var bu suskun,tahrip edilmiş benliğimin.Yıkamadığım bu varsanıyı siz hayal oynatıcılarına emanet etmek isteyişimin sebebini kurmaca sanıyorsunuz.Varsayımları kabul ederek bilinmez hayatlar oluşturan bir yitik olduğumu da düşünebilirsiniz.Düşünmeyi bırakın da söyleyin artık.
...
Yitik,diyerek bağırın bana.Mırıldanmak dahi sizin için zor iken sizden böyle bir beklentimin olması beni yitik yapmaya ziyadesiyle yeter.Yitik bir yıkıntıyım...
...
Karanlığımın sonu olur sandığım bu iç hesaplaşmalar birer yanılsamadan ibaret diyeceksin değil mi?
Evet evet öyle diyorsun,anlıyorum.Sizden bir şey istemiyorum, dünya denilen bu tiyatroda oyunun bitmesini bekliyorum.Beklerken bir şeyler alır mıyım?Hayır hayır...Bir isteğim var mı,neyi severim neyi sevmem onu da bilmiyorum.Hangi meyveyi seviyorum,hangi yemeği,dondurmayı neli seviyorum bilmiyorum.Bunca yıl nerelerde dolanmışım da kendimden uzaklaşmışım?Kendimi tanılamakta zorluk çekiyorum.Yediklerimde tatlıyı,tuzluyu,ekşiyi,acıyı;hissettiklerimde sevinci,kederi,,hüznü,mutluluğu yalnızca taklit ediyorum.
Sanırım istediğim bir şey var,ama mutlu ama mutsuz bir an da olsa ben olabilecek kadar yaşamak.Benim dediğim bu cesedin başkalaşmış duygu simsarlığına uğramadan hayat teneffüs etmeyi dilemesi ulaşılmaz bir istek değildir sanırım.
Ne oldu ki,bu olacak ümitsizliğiyle zihnimde benim olmayan o kadar çok duygu ve fikir barındırırken kozamı örmem pek de mümkün görünmüyor.Kozamı örebilmek için yaptığım bütün çabalarım içime içime yürüyen mekanik parazitlerin engellemesiyle son buluyor.Belli ki koza örmek için de mülkiyet hakkı gerekli.Zihnimde yaratmaya çalıştığım dünya dahi benim değilse söyler misiniz,o halde neyim ben ki...
Başkalaşmış algılarım yıkımı gerçekleştirilmiş bir binadan farksız,bu hal içinde duygu denilen kavramlara nefes aldırmak ne mümkün.Duygularım enkaz altında kalmışçasına nefes almakta zorlanıyor,her birinin çığlıklarını duyuyor ancak uzanıp el veremiyordum.Uzanıp da yanıma alamadığım hislerim bedenimden bir bir ayrılınca makineye dönüştüm.Onlara da pek kızmıyorum,kızamıyorum.Herkes ve her şey için hayatta kalmak daha önemliydi,öyle öğretilmişti.
-
Haklısınız.
Biri mi sesleniyor?Yok sanmıyorum.Kim olacak ki bu saatte...Nereye gidiyorsunuz,durun durun!
-Meavvv!
-Miıv!Miıv!..
-Yahu dursanıza,bari sen duraydın küçük...
-Cevdet!..Cevdettt!..
-Ne oldu ?
-Ne mi oldu?Elinin körü oldu,Cevdet!Böyle yapmaya devam edersen öncekiler gibi bizi buradan da kovduracaksın.Komşunun kedileriyle konuşmayı bırak da gel ilacını iç!MD2017
Okurken keyifli ve sıcak hislere kapıldım.Öyküde de geçtiği gibi
YanıtlaSil" düşünmeyi bırakın da söyleyin artık "
Söyleyelim tabi ki komşunun kedileriyle konuşmaya devam etmeli cevdet !
Komşunun kedileriyle yaptığı sohpet oldukça naif izlenim bırakmış cevdeti anlamak lazım.
YanıtlaSilAkıcı ve güzel kesit devamı başka anlatmak istediğide vardır bu hayatla ilgili merakla bekliyoruz..
YanıtlaSilHocam kalemine sağlık farkli bir bakış açısıyla duygular ve düşüncelerin yazıya dökülmesi, özgünlük, ruhunuzun okura yansıması, kelimelerin seçimi ve cümleye dönüşmesi, olaydan çok psikolojik tahlili yapılan 'insan'ın peşinden koşturan anlatımınız çok başarılı.
YanıtlaSilÇocukluk resimleri kısmı gerçekten çok dikkat çekici olmuş. Okurken keşke çocukluğumda o dağ, dere, güneş vb yerlerin hepsini farklı renklere boyasaydim diye geçirdim içimden. Ne ilginç olurdu. Öğretmenime neden varlıkların renklerini olduğundan farklı boyadigimi anlattığım bir ortamda hayal ettim kendimi.
YanıtlaSilHAYATIN GERCEKLERİNİ anca kedilerle konusabiliriz cunku artik insanlar duyarsız.... by fishbone
YanıtlaSil