Varınca...

 Varınca...


Kimsem yok ki bir selam alayım,diyerek nicedir hayıflanıyorum.

Yalnızlıktan pek de sıkılan biri değilimdir.Kimi zaman yalnız olmayı sevdiğim hatta kendime kıymet olarak verilen bir lütuf olarak gördüğüm de oluyor.Fakat diyebilirim ki yalnızlık bir yere kadar huzurla sürdürülebilir bir durum.Nihayetinde tabiat bir şekilde sana kendinden bir parça göndererek yalnızlığın sarsıntılı bulanıklığından kurtarmak istiyor.Yalnızlık için sarsıntılı bulanıklık pek sığ bir tanımlama oldu.Ancak yaratılmış her şey kendini anlamlandırıp tanımlarken hiçbir zaman yeterli gelmemiştir.Böylesi durumlarda her türden varlık kendini tanımlamak için-  kendine yakın olsun veya olmasın-bir başka varlığın özeliklerine her daim ihtiyaç duyar.Ben de böyle yaparak sanırım kendimi anlatabilirim.Bir özne değilim,hiçbir an da olmadım.Hal böyle olunca kendi otoportremi yapabilmemi sağlayacak herhangi bir melekeye sahip olamadın.Ancak bu durum benim odakta olmama engel değil.Yanıma her kim geldiyse bütün bir an odakta hep ben vardım.Sessizliği sağlayıp dikkati üzerine çekmeye çalışan hiçbir eğitimci benim kadar başarılı olamamıştır.Üniversitelerin eğitim fakültelerinde okutulan pedagoji dersleri,fen-edebiyat fakültelerinde felsefe dersleri,ilahiyat fakültelerindeki dersler dahi benim yaratttığım odağın oluşturduğu etkiyi sağlayamazdı.Her fakültenin branş bazında verdiği ders saati sayısı sanırım binleri buluyordur.Ancak sayısı binleri bulan ders saatlerinin bahsettiğim odağı oluşturduğundan pek emin değilim. 


 Dünyada var oluşumun tek gayesi onları-insanları-sırtlayıp bir süre sessizliği sağlamaktı.Bütün yükümlülüğüm bundan ibaretti.Onları sırtladığım vakit kimseye sessiz olun demememe rağmen onlar bu an’ın içinde adeta zaman atomu içine sıkıştırılmış birer hücreye bürünerek kalabalık içinde yalnızlık çeperi oluştururlar.Bu yalnızlık çeperi onların kendi yaşamlarını bir anlığına da olsa sorgulamalarını sağlardı.Bu kısacık süreçte  nefes almanın tek koşul olduğu süper hücre fırtınası yaşanırdı.Hiç kimse odaktan uzaklaşıp başka hiçbir şey düşünemezdi;”fiyatı ne kadardı,ne alacaktım,kaç çay içmiştim,nerede buluşacaktık,hanım ne istemişti,çocuğun harçlığı var mıydı?”gibi soruların hiçbir anlamı yoktu o anda.Gerçeklik,salt gerçeklikti bu.Hikayenin sonu gelmişti,bütün film tek bir kareydi artık...Yaşamın ikilemleri arasındaki sıkıştırılmış bünyelerin kendi muhasebelerini yaptığı bu nöronlar arası sıçramalarda pek çok çıkarım edinilir.Herhangi birine kalem ve kağıt verilse şiir zarafetinde sayfalar dolusu cümleler çıkardı.Kalem biter söz bitmezdi.Ancak pek kıymetli bu an bir süre sonra yine hayatın gerçekliği içerisinde kaybolup giderdi.

    Onları özlüyorum,onların yaşama biçimlerini,heyecanlarını,korkularını,sevinçlerini,mutsuzluklarını ve daha nice duygularını...Ancak bir tek uzaktan işitebildiğim kurak-içi duyguyla dolu gülüşler müstesna- gülüşmeler beni onlara uzak kılıyor.Hiçbir duyguyu barındırmayan bu gülüşmeler kendilerine olan inançlarının da gün gün kaybolmasına neden oluyor.Bir fikri barındırmayan bakış neyse duygudan yoksun gülüşme de o nispette  güçsüz.Ağızdan çıkmadan duygu yakalayamayan bütün gülüşmeler boşlukta salınan bir yapraktan pek güçlü değil. Yalıtılmış bir duvarın soğuk gri tonları  biçiminde vücut bulan bu kahkahalar korunma içgüdüsüyle kendi çeperini oluşturan yalıtım malzemesi.İnsan denen organizma bu kadar zayıf mı ki her fırsatta kendini yalıtma gereği duyuyor?Gülüşmeler  yalnızlığa yürüyen salt duygu duvarı işlevinde bütün bütün herkesi sarıyor.Duygularını birer birer yitiren insan kahkahalarına iliştirecek bir duygu bulamayınca ne çok kuraklaşıyor.Çorak bir toprağa dönüşüyor.Suyu hoyratça kullanan çiftçi misali ürünün olgunlaşma çağında tek bir damla suya hasret kalıyor.Çoraklaşan toprakta biriken tuz nasıl toprağı sertleştirip biçim verilemez kılıyorsa duygularını yitiren insan da o nispette biçimsiz ve sert oluyor.Kendine,çevresine hatta doğaya karşı sertleşen bu canlı her geçen gün kahkahalarını serleştirip kamuflajını tazeliyor.Bu davranış biçiminin kendini güvende tutacağı varsayımına sıkı sıkı tutunan insan kendini her geçen gün yok ettiğini pek bilmiyor.

………...


  Kimi zaman yerimi yadırgadığım olur,neden buradayım diye haykırasım geliyor.Ancak bir süre sonra alışmış olduğumun farkına varıp sessizliğime dönüyorum.Yeniden dönüyorum çevreme bakınmaya ve görüntülerin içinden anılar seçmeye başlıyorum bir bir.Pek de önemli değil diyorum,uzatma diyorum kendime.Yakalanabilir hayaller biriktirmeyi beceremeyen insanlar kalabalığına bakınıp uzak uzak fısıldayıp bir yön tayin edebilir miyim diye düşünüyorum.Yalnızca düşünebiliyorum,yapabildiğim tek eylem bu çünkü.
Geçen gün Topal Halil geldi yanıma yığın yığın biriktirerek devasa çaresizliğe dönüştürdüğü sessizliğini kucaklayıp yanıma usulca çöktü.Tek başına değildi bu defa.Yanında arkadaşları da vardı.Hepten kendilerine dostum diyebilmek için yalanlar uydurup kendi kendini aldatmak zorunda kaldığı arkadaşları yalnız bırakmaya çekinmişlerdi Topal’ı.Aksak ayağını sürüye sürüye geldiği kahveye uğramadan gelmişti,yanıma.Hoş geldin Halil!
İnsanlar beni çok iyi tanımalarına rağmen bir kez olsun,gelip de bir halleştiğim tek bir kişi olmadı,niyedir bu kaçış anlamıyorum doğrusu...
Sabah gün doğumuyla birlikte başladım insanların bitkin hallerini duygu barındırmaktan yoksun gözlerimle seyretmeye.Kahveci Yakup,hem çaylarını dağıtıyor hem de bu insan kalabalığına hallerini soruyor.Bir nefes alabilmek için gelmiş bu  kalabalık yığın çayını yudumlarken  yalnızlığı fiziksel olarak yok kılıyordu.Yakınında her kim varsa gündemi meşgul eden konularla ilgili sohbet ederek yalnızlığı bir süreliğine uzakta tutuyorlardı.Hisleri alınmış bir ruh haliyle dem dem yakınlarından uzaklaşan insanlar kimi zaman benim misafirim oluyor.Pek de sevinmiyorum bu duruma ama onların sevinçlerini duyabiliyorum yanıma geldiklerinde.Topal Halil de sevinçliydi hissedebiliyordum.Evdeki darlığı,yokluğu ve kısır duygu gelgitlerini artık düşünmeyecekti.Kimseden gizlenmesi gerekmeyecekti.Her ne hissediyorsa kendine bütün çıplaklığıyla itiraf edecekti.Bütün yaşamı boyunca yılgınlığına sebep olan her ne varsa sakladığı hiçbir şeyi gizleme gereği duymayacaktı.Hissetmediği her ne duygu varsa hepsini olmasa da belirli bir kısmını hissedebilirdi.

Geldiğinde duygularını yeniden bulmuştu diyebilirim.O kadar ki bir duyguları bir helezon yardımıyla vücudunun saklı yerlerinden birtakım duygu bulucu mekanizma yardımıyla yüzeye çıkarılıp dimağına sevk ediliyordu.Bu halini bir tek kendisi görüyor,paylaşmak istiyor ancak sesi hiçbir yere ulaşmıyordu.Sesinden renkler oluşturup bir tuvali doldurmak istiyordu. O tuvalde ilkokuldayken öğretmeninin gösterdiği “Yıldızlı Gece” tablosuna benzer hatta belki de çok daha güzel bir resim yapmayı istiyordu.Ancak ne sesi ne de oluşturduğu renkler hareket edebiliyordu.Eylem son bulmuştu.Yalnızca düşünebiliyordu benim gibi.Somut hiçbir şey yoktu elinde.Yaşamı boyunca duygularını saklayıp zaten eylemsiz değil miydi?Yeniden sesini bulan yüreğine zihni gerçeği haykırsa da pek  kabullenemiyordu.

Omuzlarda avluya giren Halil’le ilgili söylenenler beni yine yanıltmamıştı.Elinde tutabileceğini sandığı her ne varsa hepten geriye bırakıp yanıma geldi.Sahip olduğu pek bir şeyi de yoktu aslında Halil’in.Kendine ait olan yalnızca ismi vardı,o da kendisinin sayılmazdı.Kendisinin sandığı hayatı gibi ismi de ailesinden bir emanetti.

   Yaşam kırıntılarıyla avluya bırakılan  yine bir yanılgıydı.Varlık  fikirle oluşsa da duyguyla eyleme varan bir olgudur.Eylemi yakalamaktan korkanların elbette duyguları pek olmadı,doğal olarak kendine ait sandıkları bir yaşamları da...

   Kutup soğukları kadar sert olmanın gerçeklik olduğunu sanan  canlı görünümlü mekanikler yığını gerçekliğin farkına nihayet varmıştı.Sessizlik hakimdi.Gerçek yok sayılarak  hayatta kalabiliriz hipotezi çökmüştü.Vücudunun her zerresi bu zehirle çökmüş canlı yıllarca aldatılmıştı.Düşler bitip sona gelindiğinde gerçeği kabullenmek pek zordur.Halil de kabullenemiyordu.Derin haykırışlar avludaki birçok kuşun kaçışmasına sebep olsa da içeridekilerin hiçbiri bir şey duymuyordu.Kalabalık anın içinde kaybolmuş yalnızca kendi sorgusunu tamamlamaya çalışıyordu.Bir süre sonra gelişlerine sebep vaka son bulunca avludan kalabalık halinde çıkmaya başladılar.Halil yine sırtlarındaydı.Halil’i bir süre daha taşıdıktan sonra bir arabaya yerleştirdiler.Görevleri de arkadaşlıkları da burada bitiyordu sanırım.Uzaktan onlara bakıyordum.Yanımda kimse kalmamıştı.Birkaçı arabanın peşinden gitse de bazıları kahvehaneye doğru yürüyordu.Biri Yakup’a seslendi:

-Yakup buraya çay ver!

-Birazdan gelir.

Kimi sandalyeye kimi tabureye oturup çayı beklemeye başladılar.Halil’le ilgili birkaç şey söylendi.

-Halil iyi adamdı…

-Benim okul arkadaşımdı,biliyor musun?

-Yok!..Hiç konusu açılmamıştı ki…

Çaylar geldiğinde gündeme dönülmüş her şey unutulmuştu.İnsan gerçeğe yakın duramıyordu.Sanırım gerçeğin kendilerini yok edeceğini düşünüyorlardı.Somut olamamış bu kalabalık yığın bir an gerçeği yakalasa da yüzyıllardır kendisine öğretilen aldatmacanın koynuna yeniden girecekti.Geriye solgun birkaç fotoğraftan başka hiçbir şeyin kalmayacağı bilinse de avludan dışarıya gerçeklik taşınmayacaktı... MD2019 


Yorumlar

  1. Özlem var ve çok güzel öykü

    YanıtlaSil
  2. Halil iyi adamdı güzel bir öykü gerçekten

    YanıtlaSil
  3. Baba gerçekten ilginç. Çok ince yazılmış...

    YanıtlaSil
  4. Kaleme ve onunla yazılana andolsun ki(ayet meali)Güzel bir yazı.. Kalemi ne sağlık. Selamlar...

    YanıtlaSil
  5. Bazen insan gerçeğin kendisini gizlememeli ,yüzleşmeli, kabul etmeli akıcı ve sıkmayan bir kesit..

    YanıtlaSil
  6. Aslında yalnız olduğunuzu düşündüğünüz anda koca bir kalabalıkta olduğunuzu farkedersiniz. Çünkü zihin gibi bir karmaşaya sahipsiniz. Akıcı bir dille yazılmış. Bu kelamlerın sahibi tanıdık galiba...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neşet’e de Yer Yok...

Bilemedim ki Şimdi...

Panayır